SEVMEK Mİ YOKSA SEVİLMEK Mİ GÜZELDİR?
Sevgi, Aşk Nedir? İnsanlar İçin Anlamı ve Yeri Nedir?
Şarkılardan çalan ezgiler kulaklara işler. Kulaklardan yüreklere süzülür. İlk olarak Hayranlarının “Müslüm Baba” adını taktığı, arabesk müziğinin unutulmaz isimlerinden Müslüm Gürses, bu konuya ön ayak olacak genel ve ilk basamak teşkil edecek, parçası çalar. Parçanın adı “Hangimiz Sevmedik” bu parça her insanın yaşadığı ömür içinde, istisnasız sevgi kavramıyla tanıştığını ve yoğun bir biçimde yaşadığını anlatan güzel bir eseri. Bu eser sevgi ve aşk konusunda genelleme özelliği taşımakta olup, her insanın yaşadığı bir olgu olarak bilimsel ve diğer açılardan kabul etmekte fayda olduğunu belirtmek isterim. Sevilen şarkıcılardan Sıla bir eserinde “Yan Benimle” diyerek sevgiyi aşka dönüştürecek parçanın sözlerini canlandırır. İnsanı daha yoğun bir duygu haline sokan duruma evirir. Aleyna Tilki bu sefer sahne alır. “Cevapsız Çınlama” der ve sevgi, aşk kavramlarını tek taraflı fesh eden bir noktaya götürür. Bu sefer de sahnede İsmail YK yer alır. İşi daha da ileriye götürerek “Allah Belanı Versin” der, içindeki alevi saçar ve parça popüler olur. 😊
Şarkılardan feyz alarak siz değerli okurlara sunmak istediğim, bugün tartışma konusu olan konumuzun bu şekilde insanlarda farklı duygu ve düşüncelerin belirdiği bir özellik yüklenmesine sebep olmasıdır. Tüm insanlarda bu biçimde farklı ruh hallerine sebep olan tek ana nokta sevgi ve aşk kavramlarıdır.
Gerçekte aşk diye bir şey var mıdır? sorusu daima tartışma konusu olur. İnsanlar bu konu hakkında farklı düşünceler içine girer. Ve bilim kanadından bir ses gelir. Bilim var olduğunu şu sözlerle “aşk, aslında masallarda, efsanelerde, romanlarda, anlatıldığı gibi büyülü bir şey değildir. Tamamen sıradan ve mekanistik olarak gelişen bir duygudur. Aşk, diğer bedensel aktiviteler gibi tamamen biyokimyasal bir süreçten ibarettir ve hiçbir duygusal kavram gibi aşkta soyut bir anlam taşımamaktadır. Bunun algılanması biraz güç olabilir ama bunun da bir bilimsel açıklaması vardır. Aşkta tüm diğer duygular gibi nöral ve hormonal yollar aracılığıyla açıklanabilmektedir. Aşk teorik olarak açıklandığında insanların türün devamlılığı için gösterdiği bir iç güdü olarak nitelendirilmektedir” açıklar.
Bilim bu şekilde açıklamıştır. Şimdi gelelim benim tanımıma; insanlarda ve diğer tüm gelişmiş canlılarda bağlılık(kendi iç dünyasına hitap eden ve bu iç dünyada tasarladığı kişiyi bulunca bağ kurma refleksi) esasıyla doğan ve duygu merkezli olup, duygunun en saf ve yoğun halidir. Kişi iç dünyasında tasarladığı kişiyi bilmesine gerek yoktur. Yani bilinçaltında yarattığı veya kodladığı kişi ile zaten karşılaşınca muhakkak o kişiye çeşitli duygusal frekanslarla reaksiyon verecektir. Tabii ki bu iç dünyada tasarlanan kişi, illaki güzel ya da yakışıklı olmaz. Bu özelliğin dışında aranan, hayal edilen zihin bakımından yapısal özellikler de bulunur. Sahip olduğu dünya görüşü, zeki olması, cesur olması, nazik olması gibi. Bu yapısal özellikler konusuna sayısız örnekler verebiliriz. Konuyu pekiştirmek adına bir örnek ile desteklendirelim. Örnek olarak eğer zihin dünyamızda tasarı ürünü olmasaydı, kişi/kişiler “esmer veya sarışın” ya da “saygılı veya zeki” insanları seviyorum diye fikrini açıklamazdı.
Aşk, Sevgi ve Saygı Üçgeni Nedir ve Neyi İfade Eder ? Aşk ve Sevgi Nedir? Aralarındaki Farklar Nedir?
Şimdi bir mekanizma kuralım. Mekanizmayı da besin piramidi gibi düşünelim ve anlamlandıralım. Mekanizmanın adı “saadet” olsun. Piramidin en tepesinde aşk kavramı olsun. Ortasında da sevgi kavramı olsun. Piramidin en alt tabanında ise saygı kavramı olsun. Biyoloji dersinde hatırlarsak ya da hatırlamayanlar için piramidin en altında yer alan durum için bazı önemli şu özellikler yer almaktadır.
- Tüketmesi gereken besinleri içeren besin zinciri piramidinin en alt basamağında üreticiler bulunur.
- Diğer adı ototrof olan üreticilere fotosentez yapan bitkiler örnek gösterilebilir. Fotosentezi sağlayan güneş, besin zincirinde oldukça önemli bir parçadır.
Durumu biraz açıklarsak, yaşayan tüm canlılar için besin üreten ve üretici pozisyonunda yer almaktadır. Bu benzetmeyi saygı adına yorumlayalım. Saygı piramidin üstünde yer alan aşk ve sevgi kavramlarını besleyen ve bu sayede yaşam formunun olabilmesi için hayati önem taşımaktadır. Yani saygı olmadan bu iki kavramın yaşaması imkansızdır. Bu iki kavramı besleyen ve var olmalarının sebebidir.
Saygının diğer tüm insan ilişkilerinde, iletişimlerinde olduğu gibi bu tür ilişkilerde de en temel ve önemli bir nokta olur. Saygıyı yüzeysel ve temel düzeyde tanımlayacak olursam; “Saygı, kişi ya da kişilerin birbirleri arasındaki ilişkide yapıcı bir şekilde davranılması ve iletişimi de bu yönde geliştirmesidir” derim. Umarım saygının önemini verdiğim model örnekle siz değerli okurlara aktarabilmişimdir. Şimdi yine yüzeysel ve temel düzeyde aşk ve sevgi kavramlarını da tanımlayayım. Aşk: duygunun daha merkezli odaklandığı(merkezli odaklanma: aşık olunan kişi), duygunun en yoğun ve saf hali olmuş halidir. Sevgi: duygunun merkezli odak hali olmayıp, duygunun az yoğunluklu halidir (merkezli odak hali olmaması: sevgi beslenen kişi değişkenlik gösterebilmektedir, Aşk da ise tek kişi vardır ve değişkenlik durumu o an için yoktur). Sevilen kişiye değer verme boyutu ise aşkta daha üst seviyede ve şiddetlidir. Sevgi de ise daha az boyuttadır.
Saygıyı biraz daha ele alalım. Aşk/sevgi ilişkilerine dayanan ilişki türlerinde saygı “kale” görevi üstlenir. Kale şeklinde betimlememin sebebi koruyucu ve taşıyıcı özelliklerinin bulunmasıdır. Yani aşk zamanla söner, sevgi biter. Son olarak saygı kaldığında ilişki bitmez ve uzun vadede sürmesini sağlar. Oluşturduğumuz piramidimize göre de yorumlarsak saygı üretici olduğu ve besin kaynağını oluşturduğunu unutmayalım. Bu yüzden onun üstünde neler değişirse değişsin yaşam formu devam eder ve değişen şeylere de yaşam kaynağı olur. Bir örnek vererek daha da anlaşılır olmasını sağlayalım. Örneğin; Sevgi kavramı yerine şefkat kavramı gelsin. Burada sevgiyi kendine yakın benzer kavrama dönüştüren, dönüşen kavramı da besleyen saygı kavramıdır. Bu denli görünmeyen sihirli ve etkili yönleri vardır. Buraya eklenecek dürüstlük, sadakat vb. ilişkilerde adları sık geçen kavramlar da vardır. Saygı kavramı aslında detaylı bir formda düşünüldüğünde, bu kavramları da kendi içinde barındırır.
Saygı olgusu üzerinden bir örnek verecek olursak; sevdiğiniz kişinin size kardeşim vb. cümlelerle hitap etmesidir. Günümüzde bu anlamı kapsayan, gençlerin sıklıkla kullandığı kanka vb. kelimeler vardır. Bu gibi durumlarda saygı olgusu üzerinden o an, kendinizi ifade etmeniz gerekmektedir. Yani sizde ifadesi olan hoşlantıyı belirtmeniz gerekmektedir.
Aksi durumu da ele alalım. Sevilen kişinin kanka vb. kelimelerle hitap edip, tepkisiz kaldıysanız saygı olgusu tarafınızca çiğnenmiştir. Zaten bu tür durumlarda tepkisiz kalan kişiler genellikle dili ve kalbi bir olmayan insanların sergilediği davranışlardır. Bu hitaplara herhangi bir tepki vermeyip de sonradan sevgi/aşk ilişkileri geliştirmeye çalışan kişi açık ifade ile onursuz/etik değerlerden uzak olan bir çizgiye sahip insanlardır. Bu tür insanlar edindiğim gözlem ve deneyimler ışığında, ilk boşluğu(sevgilisinden ayrılması vb.) fırsat sayıp yanaşacaklardır. Samimiyetten uzak bir hamle olup, eğer bu durumdan bir ilişki doğsa da temeli sağlam olmayan bir ilişki olacaktır.
Sevilmek Mi?
Sevilmeyi, ilgi duyulmayı herkes ister. İster bir işyerinde çalışıp da örnek ve önemli bir çalışan olarak sevilmeyi sağlayalım. İster arkadaşlarımız arasında sevilen ve sayılan biri olmayı sağlayalım. İster birinin sevgi/aşk bağıyla sizi sevmesi olayı. Bu tüm örneklerde mutlu oluruz ve hoşumuza gider. Bunun nedeni insanlarda hiç doyum noktası olmayan, güdüsel olarak bazı ihtiyaçları vardır. Bir bitkinin suya, ışığa ve toprağa ihtiyaç duyması gibi, ruhsal dünyamız sevilmeye, beğenilmeye ve kabul görmeye ihtiyacı var. Hatta ve hatta çocukluğumuzda bu ihtiyaçlarımız giderilmezse psikolojimiz bu durumdan kalıcı olarak etkileniyor. Çocukluk dönemlerinde sevgi eksikliği yaşayan insanlarda ya özgüvenleri azalıyor ya hayat boyu yakın insan ilişkilerinde sevilip sevilmemekten emin hale gelemeyip bağlanamıyorlar, ya hep negatif düşünmeye eğilimli oluyorlar ya da zihinleri bölünerek Disosiyatif kimlik bozukluğu rahatsızlığına yakalanıyorlar. Konu dışına sapmış gibi olduk ama çocukluk döneminde yaşanan sevgi eksikliğinde, ileri dönemlerde yaşanan ruhsal bozukluğun sebebi olduğunu öğrenmemiz bizler açısından faydalı olacaktır. Bu yönleriyle bile aslında konunun ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. “Sevgi iyileştirir” diye ünlü bir söz vardır. Şu an boşuna söylenmiş bir söz olmadığını daha da iyi anlamamıza neden olmuştur. Sevilme hissi ve duygusu insanlarda hiçbir zaman canlılığını yitirmeyecek ölçekte, “okyanusun yağmur damlasını sevmesi” gibi derin ve anlamlı yanını içermektedir.
Hem Sevilmek Hem De Sevmek
Karşılıklı sevgi, en güzeli ve anlamlısıdır. Sağlam bir köprü bağı ile oluşmuşsa en anlamlı ve temeli en sağlam halini alır. Yani çiftler ilk birbirlerini gördükleri günden bu yana bir tarafın ya da karşılıklı iki tarafın sevgi hissi taşıdığını anlamış olmalarıdır. Yoksa uzaydan inen bir cisim gibi😊 bir anda, birinin çıkmasıyla size seni seviyorum demesi inandırıcı ve samimi olmaz. Bu doğrultuda gelişen ilişkilerin temeli çok zayıftır veya temelinin sağlamlaşması için çok zamana ihtiyaç vardır.
Karşılıklı sevgide iki tarafta mutludur. Artık geleceğe dair planlar yapılmaktadır. Sevilmek ve sevmek durumunda olduğu gibi bir tarafın mutsuz olması durumu yoktur. Bu karşılıklı sevgi bağının sürmesi için de her iki tarafın da yürekten mücadelesi, dayanışması, azmi, kararlılığı ve emeğinin olması gerekmektedir.
Sevmek
Aslında en popüler olan kısım buranın olduğu noktadır. Bunun nedeni her insanın başına gelmiş olması ve yaşının herhangi bir evresinde yaşamış olmasıdır. Sevip de sevilmeme durumu. En hareketli olayların yaşandığı yani durağan olmayıp, hareketli bir özellik taşımaktadır(Sevdiğini göstermek ya da ispatlamak için belirli eylem ve davranışların içinde bulunulması).
Sevmek olan alt konumuzla ilgili olarak konumuzu bir şiirle daha da hareketli hale getirelim. Büyük şair Nazım Hikmet Ran’ı sahneye alıyoruz. Şiirin adı “Tahir ile Zühre Meselesi” dir.
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil,
bütün iş Tahirle Zühre olabilmekte
yani yürekte.
Meselâ bir barikatta dövüşerek
meselâ kuzey kutbunu keşfe giderken
meselâ denerken damarlarında bir serumu
ölmek ayıp olur mu?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
Seversin dünyayı doludizgin
ama o bunun farkında değildir
ayrılmak istemezsin dünyadan
ama o senden ayrılacak
yani sen elmayı seviyorsun diye
elmanın da seni sevmesi şart mı?
Yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık
yahut hiç sevmeseydi
Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden?
Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da
hattâ sevda yüzünden ölmek de ayıp değil.
“Bu şiirde anlatılan sevginin, aşkın karşılıksız olması gerektiğidir. Sevmenin, sevilmeden daha güzel ve anlamlı olduğunu belirtmektedir. Ne güzel demiş büyük üstad, Tahiri Zühre sevmeseydi artık, yahut hiç sevmeseydi, Tahir ne kaybederdi Tahirliginden?”
Seversin dünyayı doludizgin
Ama o bunun farkında değildir.
Ayrılmak istemezsin dünyadan
Ama o senden ayrılacak!
YANİ ELMAYI SEVİYORSUN DİYE
ELMANINDA SENİ SEVMESİ ŞART MI?
“Bu dizelerdeki anlatım, bir şeyi sevmek için o şeyden bir beklentinin olmasına gerek olmadığıdır. Hayatta yaşıyoruz ama hayatı seviyoruz. Ama hayat bir gün bize veda edecek. Bu vedayı bildiğimiz halde hayata küsebilir miyiz veya sevmeyebilir miyiz? Bu konuya makro düzeyde bir bakış açısı geliştirmiş olduk.”
“Sevmek; belli başına duygu ve düşünce merkezli, eylemsel bir devrimdir.” Bu kavramın insanlarda oluşturduğu bazı özellikler vardır. Bu özellikleri sevgi duyduğu kişi sayesinde oluşur ve sevdiği kişiye uygulamaya çalışır. Mücadele, fedakârlık, bilinmeyen bir savaş içinde gibi yer almak(emek, o kişiyi mutlu etme çabası, koruma duygusu vs. ) gibi eğilimleri oluşur. Kalpten seven kişi bunları yapmak/uygulamak için uygun anı arar veya kötü anında yanında olmaya çalışır. Eylemsel devrim dememin sebebi de tam da işte bu sebeplerden dolayıdır. Kişinin davranış eğilimlerinde radikal değişimlere yol açmasına neden olmasıdır. Eğer seven kişi kalpten sevmişse, sevdiği kişi tarafından fark edilir. Bazen fark edilmeyebilir, bunun nedeni ise çok fazla kişinin onunla diyalog halinde olması olabilir. Bu da sizi farklı bir bölgede değil de aynı diğer kişiler ile aynı yerde olmanıza yol açabilir.
Sevgi Adına Her Şeyi/Çoğunluğunu Yaptınız ve Sonuç Adınıza Hüsranla Sonuçlandı
Sizi hazin ve tarif edilemez bir üzüntü kaplayacağı kesindir. Ben şu kadar yılımı verdim, işte ben şunları yaptım onun için, elin biri geldi bakkaldan ekmek alır gibi işi bitirdi vs. diye kendinize dahi sövme durumu oluşturabilecek bir durumdur. Sakın bu tür düşüncelere kendinizi sevk etmeyin. Unutmayın ki sevgi adına yapılan tüm eylemler kişi adına yapılmamıştır. Bu kavrama değer kazandırmak adınadır. Bu durumda sizin sevgiye olan inancınızın bir göstergesidir. Yapılan her şey ona ulaşmak adına yapılmamıştır. Ona ulaşan kişi, senin geçtiğin yollardan geçmemiştir. Sen sıradan bir profil sergilememiş ve sıradan bir şekilde olaya yaklaşım sergilememişsin, işte seni sen yapan budur. Burada esas olan sevdiğiniz kişinin size karşılık vermesi değildir. Esas olan hayata dair yaptıklarından değil, yapamadığın şeylerden pişman olmama durumunu aşmış olmandır. Yoksa öteki türlü kişi bir paradoksa(çelişkiye) girer. Ben neden şunu, bunu ya da onu yapmadım diye ömür boyu aklında yer edinir. Siz elinizden geleni, sevdiğiniz kişiye yaparak bu defteri kapamış oluyorsunuz. Bu Dünya’da olma ihtimalimiz 400 katrilyonda 1’ dir. Böyle mucizevi ve mikro düzeyde bir olasılığı aşıp gelmişsek, inanılan sevgiye ulaşma olasılığımız çok daha cazipti. “Bu sevgiye zar attık ve bu olasılığa zar atmaya değerdi” deyin.
Sevgi boyutunda, bir şeyler yapılıp da karşılık beklememek gibi, bir de esasında sevgi kavramı, onun/sevdiğiniz kişinin mutluluğudur. Onun mutluluğu sizi de mutlu etmelidir. Çünkü birlikte olduğu kişiyi ve yeri ele alalım. Betimleme sanatını devreye sokalım. Bir aslan olduğunu düşünün. Bu varlığın ait olduğu yer, onun aynı zamanda yaşam alanıdır. Bu aslanı biz kalkıp, Sibirya bölgesine götürürsek, yaşam alanına bir nevi son vermiş oluruz. Sevdiğiniz kişiyi de bu şekilde düşünün onun ait olduğu yer, onun mutlu olduğu yerdir.
ÖMER ÜZEN
Araştırmacı/Yazar
Güzel ve detaylı olmuş